Masaüstüme koydum seni,
Sürekli gözlerimin önündesin yani. Ruhundaki ışıltı ve güzellik gözlerinin taa içinde değil hemen yüzeyinde belirmiş, kendini ifşa ediyor. Yani ruhun bedenine cuk oturmuş. Bazıları öyle koca gözlü, öyle koca cüsseli, öyle gösterişli olur ama ruhları içerlerinde turlar, zıplar, gezecek çok boşluk bulur, bazıları da öyle muntazam, öyle sade, öyle yeterlidir ki ama ruhları içlerinden taşar fırlar, gözlerine bir nağme gibi konar ve ‘sağlam’ insan sıfatını özenle korur.
Ama sen ikisi de değil de, tam ortasısın. Bedenin de ışıltılı, ruhun da. Tanrı’m senin için ziyadesi ile uğraşmış. Tek tek, ince ince elemiş noksanlarını. Özene bezene bir kul yaratayım diye oturmuş çalışma masasına. İltifat değil canım utanma, gerçeğin taa kendisi kelimelerim.
Dur!
Çok fazla da sevinme!
Yine de bir şey eksik sende,
Beni sevmesi için taşeron tutmuşsun kalbine. Anladım, yüreğimdeki tahtı işgal eden sen değilsin! Onun, gözlerinden fışkıran ruh seninki değil! Anladım ve öyle bir acıdım ki yüreğine? Onca güzelliğe rağmen sevmeyi öğretememişsin kendine. Şimdi vesilen ile, hayatımda hep aynı baktığım bir açıyı değiştiriyorum.
Önceden, aç kalmışlara, susuz kalmışlara, işsiz kalmışlara, teni kıpkırmızı yanmışlara, saçı döküntüden kısa kalmışlara, özü sözünden farklı kalmışlara acıyordum. Şimdi ise, senin gibi yüreği paslı kalmışlara, sevgiden öksüz kalmışlara, yüreği ruhuna eksik katılmışlara, sevilmediği halde sürü ile arkadaşı olmuşlara, ruh hali hep dalgalanmışlara acıyorum.
Anlayacağın,
Yüreğinin tuzu da şekeri de eksik ekilmiş, baksana. Diyeceksin ki, “Aynada duran, masaüstüne konan güzelliğimin aksine, yüreğimde olanlardan kime ne?”
Öyle deme işte.
Benim uzmanlık alanım sadece yüreğin, bilsene!
Sen, bir kelime ile bile şiir yazamazsın sevdiğine, oysa o bir kelime bile yeterdi sevgiline. Şimdi al şu taşeronunu başka bir göreve, iade ediyorum kalbinin durduğu meçhul çöle…
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.