Siyah zeytinin namı vardı!
Ekmeğin arasını o siyah tanelerle bezeyip kapatıyorduk ağzını. Birkaç lokmalık keyfin bitimi ile öğle yemeği denen ‘rutin’i atlatıyorduk. Eşliğinde yine siyah ve asitli bir içecek…
Siyah zeytinin namı vardı!
Zaten öyle çeşitli, serpme ve hatta açık büfe değildi bizim kahvaltı dediğimiz şey. Beslenme çantasına bile üç minik göz yiyecek konurdu ve onlarla besleneceğimiz garanti olunurdu. Zira tokluğun sağlanması o kadar az çeşitleydi ki, tıpkı gönüldeki tokluğun sağlanmasına araç olacak şeylerin yeterliliği gibi!…
Siyah zeytin deyince bende zaman duruyordu, babam söylemişti, ilk yediklerinde kardeşleriyle paylaşması gerekiyordu ve bir tanesini 5 ısırıkta yiyebiliyordu! Geçenlerde aynı hissiyatı yaşayabilir miyim diye denemek istedim ancak 2 ısırıkta yedim bitti. Yokluğun hissiyatına bürünmekte bile temkinli davrandığımı anladım. Oysa biliyordum ki annemin evinden işine gitmek için 3 tane bataklık geçmesi ve 2 tane çizme değiştirmesi gerekiyordu. Bu ham kültürden gelip de, muzun yarısı çürüdü diye çöpe atabilmek arasında sağlam bir sırat köprüsü vardı.
Siyah zeytine dönecek olursak, hiçbirşey dahil olan tatillerimizde kumsala taşıdığımız ekmeğin içinde olurdu. Tek, bir tek, sadece denizin olması idi, tatil seçimimizi belirleyen şey. Deniz mi var tamam hele bi gidelim de, ya çadır ya da bir pansiyon bulunurdu elbet. En az beş kişiden oluşmazsa ona tatil denilmezdi, amcalı, teyzeli, kuzenli gruplar revaşta idi. Bir odanın içinde 9 kişi kaldığımız tatildi mesela aklımda kalan ve en güzel olan. Ranzalar çifter çifterdi. Cinsiyet ayrımı söz konusu değildi. Banyodaki sıranın nizamı, tek önemli olan şeydi. Havluları teyzem asardı. Kamplara gittiğimizde de koca bir kova su doldurulup balkona güneş manzaralı alana atardı. Denizden döndünmü, öyle sıcak suyun akması beklenemezdi, bir kova güneş görmüş su başımızdan aşağı boca edilirdi. Aslında bu tatilin ultra herşey dahil sistemi idi. Çadır kampına gittiğimizde ortada açık hava banyosu vardı, denizden dönenlerin üzerine hortumla su tutan bir gönüllü. Hortumdaki su vücudumuzdaki tuzu arındırır ve bizi kremsiz akşamlara bırakırdı…
Siyah zeytin kendini konunun içinden sürekli uzaklaştırıyor ama ben tuttum getirdim yine. Kahvaltıdaki ağır kişiliği sayesinde bugünlere kadar sorunsuz geldi de, yine de bir geride kalma hali suratından hissedilirdi. Ana öğe olmaktan, aralara düşmüştü. Tıpkı … gibi… Tıpkı aklına gelen türlü güzellik gibi… Tıpkı biraz sen, biraz da ben gibi… Tıpkı şarkıların ruhu gibi… Bir sürü güzel ruh gitti ya da birşeylere dönüştü…
Siyah zeytin mi?
Aslında, sanki kuzenimin gözleriydi!…
11 Şubat’ın seneyi devri…
mesut selek
Yüreğinize sağlık…şiir gibi…şarkı gibiydi…sevgilerimle ☺
Duygu Can
Çok teşekkür ederim Mesut Bey, ne güzel yeniden yorumlarınızı okumak 🙂