Bazen kendimi doğurmuş, bazen de kendimden doğmuş gibi olmak istiyorum. Annemde de kızımda da bende eksik kalmış duyguların ve eylemlerin varlığını farkediyorum. Hiç duymadığım ve duyduğum an neden daha önce bilmiyordum diye üzüldüğüm şarkılar gibi hissediyorum karşılaştığım bazı zamanları. Ölçme, biçme, teraziye koyma isteklerim azalıyor. Kimin kararları terazide tartılıyor ki diyorum ve vazgeçiyorum, kendi düşünceyle sonuca kavuşmuş kararlarımdan. İlk aklına geldiği gibi davran diyorum, ilk diline geleni söyle, nasılsa sonradan düzelteceksin, üzerini çizip, yerine yenisini koyarsın, o insanlar nasıl yapıyorsa sen de öyle yaparsın diyorum…
“Sen etten kemikten bariz değil, düşünceden ibaretsin” diyen üstad Mevlana’ya da kızıyorum. Ne düşüncesi ya, düşüncesizlerin, direktlerin, ilk lafları, kalp kıranların hakimiyetini daimi kıldığı şu dünyada ne düşünmesi?… Barizce etten kemikten, beden varlığı baskın insan tiplerinden seçmeler atmış yaradan, kimin sınavı anlamadım. Şu dağın, taşın, üstünde bunca düşüncesiz insanı taşıyan yerkürenin sınavı mı bu? Kime imtahandır bunca beden ağırlığı!…
Benim gecelerim çığ gibi düşüyor gündüzlerime düşünmekten de ne oluyor? Ruhumun yükseldiği mertebelerde gözlerim tanıdık simalar arıyor bulamıyor. Yalnızlık insanın en çok beslendiği ruh hali olmaktan çıkıyor, odalarda ışıksız hale geliyor…. Anlaşılmaz, temelin yalnızlık, sonun yalnızlılk aradaki kalabalık olma isteği de ne? Bir yazılım hatası var ama bulup da düzeltecek yazılımcılar değerinin farkında değil. Kimsenin cesareti yok adımlarını ileri götürmeye, insanlığın en pasif, en hareketsiz ve en amacına uygunsuz hali bizim devirin derdi… Jenerasyon farkı da ben büyüdükçe gözüme çarpıyor her gün. Her gün, nasıl da farkı düşünce yapısı ile donatıldığımızı fark ediyorum. Yaş farkını çok önemsiyorum artık. Çok büyütüyorum kafamda…
Nereden nereye işte…
Düzlecek bir şey yok çünkü hiçbirşeyi ‘sorun’ olarak gören yok. Gözlerimizin manzara vuslatı gibi hayattaki yavanlığımız. Bazalar içinde saklı kaldı geçmişimiz, eskiden arada bir döker saçar anardık, şimdi ona da enerjimiz kalmadı. Düzen, enerjimizi emiyor, uğraştıklarımız, başımıza gelenler bizi çizgi içinde sımsıkı tutuyor. Çocukken oynadığımız çizgi oyunu kadar heyecanlı işte sonuçlar. Sadece o kadar heyecanlı, sonuna gelmek, şimdi hangi çizginin içinde olduğunu bilmek, ama hep o çizgilerin içinde kalmak!… Bizi heyecanladıran yegane şey, hangi sınırlar içinde olduğumuz. Sınırlarımızı kimin belirlediği… Sınırsızken Mutlu olamayacağımızı adımız gibi biliyoruz… Öğretilmiş, denetilmiş, mutsuz edilmiş ve belletilmiş…
Bazen kendimi doğurmuş, bazen de kendimden doğmuş gibi olmak istiyorum… Bendeki istek de sadece bu! Minik heyecanlar içinde kalıp kalbimi şaşırtmak ve gittikçe korkmamak! Kendimi biraz daha fazla ‘bulmak’. Parçalarımdan bazılarını sakladığım yerleri o kadar unutmuşum ki, hatırlatacak hiçbirşey yok. Bazen annem, bazen de kızım gibi olmakta saklı biliyorum, bu düşünceyle bulacağıma inanıyorum. Çünkü biliyorum ki bulamadıklarımı onlara sakladım!
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.