Şimdi bu okuduklarının hepsinin senin ağzından çıkmış kelimeler olduğunu düşünmeni istiyorum.
Kimsesiz ve ıssız bir dağın başındasın, ne söylersen karşı dağlardan sana dönen bir cevabı var, kimsesizsin ama yalnız değilsin yani! Güzel, çadırının içindeki azıkların yanına biraz da “umut” ekleyebilmen için çok güzel bir ifade bu. Bazen yalnız olmadığını kendine dönen sesinden anlayabilirsin. Sana cevap veren “sen”in varlığın seni yalnızlıktan bir çırpıda çekip çıkarır. Bu dip-notu al, istediğin bir yere yapıştır. Hayat karşına öyle zamanlar çıkaracak ki, bu dip-notlarda “umut” arayacak ve bulacaksın!
Her neyse,
Yaşadığın çevrede hala farklı cinslerin yakın temasından rahatsızlık duyanlar var, biliyorum. An ileri gittikçe, senin geriye gitme isteğin var, biliyorum. Geçmişe olan özlem hiçbir vakit bu kadar net olmamıştı, biliyorum. Ama bir de şunu düşün, canını daha da sıkacağım. Bilim adamları “ölümsüzlük” için uğraşmaktalar. İnsan bedeninin içindeki hücreleri yavaşlatıp, ömrü uzatmak ve hatta ölümsüzlüğü mümkün kılma idealindeler. Söylesene bana? Kim istedi onlardan ölümsüz olmayı?
Öleceğimizi bildiğimiz, “cennet” vaadine göz kırptığımız için bu hayatı yaşanılabilir yapmadık mı biz? Şimdi biri çıkıp, “başardık, artık ölümsüz oldu insanlık!” derse ve biz de tam o devire denk gelmiş olursak ne yapacağız?
Durdurmamız lazım, şu aklını kaybetmiş insanlarla dolu, çıldırmış Çağ’dan kurtulmamız lazım. Güneş’e, Ay’a bir teklif dokümanı ile çıkmamız, yardımlarını rica etmemiz lazım. Nasıl olsa bir gün doğmasa Güneş ve karanlık bir tam gün üzerimizde olsa, belki tüm insanlığın aklı yerine gelir. Ya da Dünya, koca devinimini, dönüşünü bir gün yapmasa da dursa yerinde, belki herkes kendine gelir.
Biz cennet var diye bu rezil yerde soluk almaya devam ederken, beyninin yarısını kullanabilen bilim adamları bizi bu rezalet Dünya’da edebi kılmak için uğraşsınlar!
Yok, artık!
Şunu bilsinler ki cennette yaşamak için tüm iğrençliğine katlanıyoruz insanlığın, cennet hayalimiz içindir çektiğimiz acılara sabretmemiz.
İstemiyoruz kimseden ömrümüzün akışını değirtirecek böyle bir yenilik.
Peki, ölümsüzlük, bir gün başımıza gelebilir mi? Aslında kıyametin kopmasının anlamı bu olabilir mi? Kıyamet kopacak diye bağıran hocalarımızın bunu kastettiğinden haberi var mı? Peki, aslında cennette olmak da ölümsüz olmak değil mi? Uzun uzadıya yaşanacak bağlık, bahçelik, aşklar ile dolu bir alan değil mi? Peki sen kendine hiç sordun mu? Böyle bi hayatın içine kendini hiç koydun mu? Herkese göre “Cennet” olabilecek bir yer, aslında sana “Cehennem” olabilir mi?
Kafanın içine girip, özenle çalışan makinalara müdahale etmek istemiyorum. En azından bir sonraki vakte kadar! …
Konuşma, bu devirde artık dağlar bile yankılamayacak senin “günah” sözcüklerini…
Abbas Ali Oğuz
Musa’ya indirilen on emrin sert ve kesin olduğuna pek hoşnut olmayan stratejistler,mistik ve ideologlar devamlı stratejik planlar uygulayarak Kuran’ın hareketini engellemeğe çalıştılar,ama başarılı olamadılar.Müslümanlar da kendilerine strateji yapmaya başladılar.Aslında yansıması çok farklı olan planlarla büyük bir savaşım sürmektedir yeryüzünde.
Her üç tarafta da şer projeleri uygulanmaktadır.
Humeyni’nin dünyayı nasıl kasıp kavurduğunu ve İslamı yeryüzüne hakim kılmaya ne çok çalıştığını biliyoruz.Her dinin temsilcileri,piyon ve taşeronları vardır daima.Zihinlerinin derinliğine işlenmiş,dönüşlü olan gök adına ne hayalleri vardır oysa.
Ama asıl olan kimin gerici,kimin ilerici,kimin inançlı ve kimin gerçekten inançsız olduğudur.Ve herşey gibi herkes de gün gibi aşıkâr ortada duruyor.
Her insan kendi aklî melekeleri yardımıyla yaşamını sürdürmeli ve rahat bırakılmalıdır.Cennet peşinde koşan ve onu vaadediyor gibi görünen aklıevvel Cehennemliklerin,kendi pörsümüş aklıyla,akıllara ayar veremez.Çok eskiyi cilalayıp yeni diye yutturamaz.
Bir mağaraya sinmiş gizemi,yani Ashab-ı Kehf’i okuyup düşündüğümüzde Cennet kültürünün de ondan yayıldığını algılayabiliriz.
Nasıl da iç isyanlarımızı köpürtüyorlar,Duygu hanım.Aslında insan nasıl mutlu olur?Bütün dünya bunun analizine kafa yorsa yeryüzü Cennet’in çocuklarıyla yarılmasını da keser…Bir elli yıl sonra yaşamın çok uzun olabileceğini şimdiden biliyoruz.Eskimiş organların yerine üretilmiş yeni organların takılacağını kim gözardı edebilir ki?..Meğer çok yazmışım.Afedersiniz…Düşündürücü bir denemeydi.Elinize yüreğinize sağlık.Selam sevgi ve saygılarımla.
Duygu Can
Abbas Bey, çok teşekkür ederim yorumunuza. Sizin bu konu hakkında çok evvel düşünmüş ve bu konuyu derinine incelemiş olduğunuzu anlıyorum. Ne kadar güzel, böyle istekle yorumlamanız. Bu yorum burada durdukça yazımın değeri de artacaktır. Sevgiler sunarım.