Kimi zaman ‘adanmış’, kimi zaman ‘yarım kalmış’, kimi zaman ‘bütünüyle var’ olan mevcudiyetim ile geçtiğimiz günlerden kendime bir sürü not alıyorum. Minicik hatıra defterimi gittiğim her yere götürüyorum, kalemimin kırıla kırıla kopan parçalarından bana kalanı ile yazıyorum da yazıyorum…
Bir şarkı çıkıyor, biri bir şiir yazıyor, birisi acayip aşık oluyor, ellerini titrete tirete klavyeye dokunuyor ve bunların hepsi bana ders oluyor!
Aldığım kadar yaşıyorum, beslendiğim düşünce, fikir, sözcük, gülümseyiş, sesleniş, sadece avuçları ile değil tüm kolları ile kalbimi kavrayan kimselerden aldıklarımla yaşıyorum. Kaç tane ürün bırakabilir bir insan dünya üzerine diye düşünüp endişe ediyorum. Ölüp gittiğimizi biliyorum da, yitip gitmemenin elimizde olduğuna inanıyorum. Birkaç duamın uygun bulunup, ömrüme sunulmasını, yaralarıma bağlıyorum. Oysa bunun bir hesabı yok biliyorum. Kaç tane hayat var gülde, gülistanda sürüyor at arabalarını ve yine de ne dilese oluveriyor. Ben hangi hayatın üzerine süs diye ekildim hala çözemiyorum. Herkesin farklı bir hayat şeklinin olmasını, otellerin oda tiplerine benzetiyorum. Tek fark, ne kadar lüks olduğu ödediğin para ile değil; iyi düşünebilmen ile ilgili! Buna artık eminim. Ve bir şeyden daha: başıma gelen bir değişiklik ile kazandığımı ya da kaybettiğimi bilemiyorum. Öyle anlamsız ya da belki sonradan bir anlam verebileceğin sonuçlar çıkıyor ki!… Ben öyle sevinçle karşıladığım haberlerin altında çığ altında kalmış kadar nefessiz kaldığım, sıkışmış olduğum, soluksuz olduğum günleri biliyorum !… Hepsi bir yere doğru götürüyor işte bedenini. Geçtiğin binlerce sırat köprüsü var. Tek ve ölümlü beden değil o köprüden geçenler. Kendini yaşıyor zannederken de bir sürü köprüden ya geçiyor ya da ateşlere düşüyorsun!… Elinde bir meşale varsa da sıkı sıkı tutmayı zor öğreniyorsun. Kaç tane düşme sonunda oluyor sayamadım ancak oluyor bir zaman sonra. Artık Japon yapıştırıcısı ile yapışmış kadar güçlü duruyor elindeki ışıklar!..
Yani, sevdiğin, sövdüğün, umutlu ama çok umutsuz yürüdüğün yolların altına bakmayı öğreniyorsun. Mayın mı var, mayından da büyük yanılacağın mı var, görüp dikkat ediyorsun. Başına gelenden kaçılmıyor da, gelmeyeni savuşturabiliyorsun.
Ve pişman olduğun kadar öğreniyorsun. Kaç tane kapıyı yüzünde yumruk misali hissedersen; o kadar ruhunu büyütüyorsun. İşte tüm bunlar ola ola yaş haddin düşüyor ve diyorsun ki; “Oh be!…”
Sen de içinden geliyorsa oh be deyiver artık. Ben kaç zamandır kendimden bile sakladığım mutlulukların peşinde koşuyorum bir bilsen. Zamanında ve halen taze iken onlar, ben deli gibi mutlu olsaydım diyorum. Şimdi her saniyeyi, hayatta kaldığım her süreyi kendime ve ömrüme ait olanlara mutluluk saçmakla geçiriyorum!… Ve bir sıratı daha böylelikle bitiriyorum!…
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.