Leyladan geçme faslındayken yakalandım tam da Mevla’ya varmak üzereyken… Üstümde sarı bir kelebek beni izliyordu. Tek renk kelebek mi olur ya dedim içimden, uçtu gitti nefesimin sesinden. Olur tabii, illa renkli mi olacaktı? Kaçırdım üzerimden. Bazen kızıyorum kendime böyle. Tutarlı tutarsız içimden geçenlere hakim olamıyorum, tüy kadar hafiflere bile dokunuyor nazarım. Kalktım yerimden, bir soda şişesinde umut buldum. İçimde biriken şişkinliğin hepsini akaryakıtlardan gaz’a borçluydum. Şiştikçe şişiyorum baksana! “Senin tahammül ettiklerin, kendine olan tahammülünü azaltmış” diye söylendi yine zihnim. Kafamı salladım iki yana gitsin diye içimden geçenler ama mıh gibi köklenmişler maşallah. Ben de cüretlerine hayret ediyorum. Biz, kimsenin hayatında kalıcı yerler alamıyoruz, kalbine şöyle pembe, mor tahtlar kurup oturamıyoruz, nasıl olup da zihnime yerleşmiş bu içsesler anlayamıyorum. Ne okumuş bunlar, nerden mezunlar, hangi topraklardan geçmiş yolları da bu kadar kendilerine güvenle bakıyorlar? Neyse ya diyorum hemen. Çok şükür bu lafın kendime ithafımı sürekli yineliyorum.
Neyse ya…
Bir sürü şeyin altını çizmeden üzerinden geçişimi de bu lafa bağlıyorum. Neyse ya, boşver! Bana iyi geliyor. Bir hikayesi de var, kalbime yerleşmesinin. Bir gün yine aynı bugün gibi bahar gelmiş ve sorunlar, sıkıntılar amuda bedenimi ellerinde tutup sallayıp duruyorlar. O sırada bahçede bir iğde ağacına gözüm ilişti, kütük değil bildiğin Paris parfüm evi. Çiçeklerinden azıcık koparıp kokladım ve “neyse ya” dedim… Tekrar tekrar koklayıp, tekrar tekrar neyse ya deyip durdum. Pawlow köpeğini tepkisel şartlandırdı ya, ben de kendi “neyse ya”mın içine iğde ağacı kokusu sakladım. Artık ne zaman neyse ya desem, o cennet kokuyu duyar gibiyim. İçim açılıyor resmen bahara…
Ona ihtiyacım oluyor çünkü kafamız hep dolu Allah’a şükür. Belki Einstein gelse tamam ya siz bu beyni baya kullanmışsınız diyecek. Ama öyle işle güçle değil, sinirle, sıkıntı ile, insanların yarattığı stres ile, daralmışlık ile, kalıplar ile, kurallar ile… Olsun kullanıyoruz işte, içi dolu mu dolu! İç ses hikayesi de yapışmış boğazımıza. Kendi irademizi de ona vermişiz, götürüyor tren raylarının kenarından şimdi su bulacağız diye diye…
Neyse ya…
Hepimize gerekli yani demek istediğim, aşıklara, yalnızlara, evinden sıkılmışlara, işinden gücünden yorulmuşlara, gözündeki seğirmeyle savaşanlara, karanlıklar içinde gözlerini dört açanlara, rüyalarına ulaşmak için gün bitirmeye çalışanlara, elinde avucunda hiç tesellisi kalmamışlara, dünyanın çivisini kapısının önünde bulmuşlara, yerdeki izmaritleri sayacam diye yol bitirmişlere, bana, sana, bize, size hepimize işte. Düştüğümüz hangi sıkıntı, dert, sorun, stres varsa atıveriyoruz üstümüzden ve şöyle ağzımızı doldura doldura, iğde ağacının kokusunu içimize çeke çeke diyoruz ki; NEYSE YA…
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.