“Yaşamak, hayata katlanmak demek!” Teoman, ‘Çölde Çiçek’…
Yaşıyoruz demekle yaptığımız şeyin tam anlamı ‘katlanmak’ aslında.“Mutsuzluktaan sarhoşuum!…” diyen adamla aynı adam bu cümleyi nefis bestelerinin içine serpiveren. İnsanda kendisini düşünmeye iten şeylere doğal bir eğilim var gibi… Düşünüp kalıyorsun şarkıyı dinledikten sonra, içgüdüsel seviyorsun bu cümleleri…
Hayatımın kısa evrelerinin hepsinde gerçekleşmiş böyle cümleleri bulup, onları türetmek eğlendiriyor beni. Yaşanmışlıklarının üzerine basıp, durduğun ve onlar ezilirken senin damarlarına kattığı olgunluk sıvısı ile büyüdüğünü fark etmek bir anda oluyor. Bu farkındalık herşeyin özü olan ‘eşya’ya bakışını değiştiriyor. Düzenliyor seni, derliyor topluyor, hassasiyetinin sınırını azaltıyor, tahammülünü genişletiyor çünkü daha az umurunda olmaya başlıyor tüm ‘şey’ler!…
Kendini ‘mutsuz’ hissettiğin anlarda patlayan enerjinin malubü oldun mu sen de hiç? Mutsuzluğun kafanın içinde dolanan serotonini kamçıladığı ve onun ayaklarını yerden kestiği olmadı mı hiç?
Olmaz mı? Yaşıyor olmanın katlanıyor olmaya dönüştüğü aynı zamanlarda yaşıyorsak, sende de oldu! Herkesin katlandığı öyle ortak şey var ki, katlana katlana büyüyen yaşlar ve yaşantına değemeyen sihirli değnekler!…
Hep örnek olma çabaları içeren ve ilk baktığında çok düzgün gözüken insanlarla telaş içinde geçen diyolaglarımızda kendimizi ÇOK güvensiz hissettiğimiz olmuyor mu? Zamanımız olsa sanki seveceğiz birbirimizi ama yok işte canına yandığımın zamanı. Ne bana ne sana yok işte!… Ya da bu telkin yöntemini kendimize diye diye uzaklaşıyoruz birbirimizden. Zaman yok da neye yok? Neye olmalı ve ne için yok olmalı? Önceden öldü dediklerimize “hep kalbimizdesin” derdik, oysa şimdi yaşayan ama zamanımız dar diye sevemediğimiz herkese hayattayken ‘kalbimizdesin’ diyebiliyoruz! Bu sevgisizliğe katlanıyoruz! Çıplak gözle gördüğümüz türlü hileye bakıp duruyoruz. Ahlaksızlığa katlanıyoruz! Bakıyor ama değiştiremiyoruz! Zaman yok çünkü, korkmak için kendimize yarattığımız zaman başka her şey için YOK çünkü!… Zamansızlığa da katlanıyoruz!
Yaralar yarıştırılmaz ama onu da yarıştırıyoruz! İnsani değerlerden itina ile uzak kalıp, yaraların yarışı için efor sarfediyoruz. Dalları kırılmış herkesi birbiri ile yarıştırıyoruz. Hangisi daha kırık ki, hangisi daha yerde olmalı, hangisi biraz dik durmalı, hangisini düşünmeli, hangisinin yanında olmalı … Her türlü yarıştırma haline de katlanıyoruz!
Bir insan hakkında fikir oluşturma araçlarımız öyle afaki ki! İnanıyoruz. Hemen, her şeye, aniden… Çünkü istediğimiz bu, ne kadar olumsuz duygu yüklersek birine o kadar huzurda hissediyoruz kendimizi. Nerden, kimden duyduğumuzun önemi yok, edepsizce inanıyoruz. Hayasızca bir kanı oluşturup, yaftalayıp geçiyoruz. Bu anlamsız inançlara katlanıyoruz!
Güzellemiyor, açığa çıkartıyoruz. Kusur, hata, kahabat ne kadar küçük de olsa onları açığa çıkartıyoruz. Yakalıyoruz, abartıyoruz, genelliyoruz, yayıyoruz, büyütüyoruz ve söyleniyoruz!… Tüm bu haksız açığa çıkarmalara, büyüklük içermeyen tavırlara da katlanıyoruz!
Yani biz yaşıyoruz diyoruz ama altı üstü KATLANIYORUZ! …
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.