Al eline kalemi, bir güzel cümle yazacağız şimdi seninle beraber.
Sen yazacaksın, sen okuyacaksın, sen seveceksin kendini. Bir dikdörtgen büyüklüğünde sarı sünger alacaksın eline. Kalbinde biriken suyu süngerin içine çekip, toprağa bırakacaksın. Aklında kalmış herkesi tek tek ayıklayacaksın. Pirincin taşları gibi sırıtacak ve değersiz kalacaklar gözünde. Tek tek dışarı çıkaracağız içimizde biriken ve yürekleri taş olmuş kırık pirinçleri!…
Al eline kalemi, aşağıdaki cümleyi tekrar edip, bi yerlere yazalım şimdi.
“Duyamadığım ses, göremediğim göz, anlayamadığım rüya gibi değerli bazen hayat!”
Elindeki varlıklara değer vermen kadar güzel bir öğüt yok ama şimdi elinde olmayanların da sana değer kattığına inanmanın zamanı geldi. Duymadığın ama hayal ettiğin bir söz, görmediğin ama görmek istediğin bir göz, neden bu kadar güzel olduğunu anlayamadığın bir rüya seni burada tutup, ayaklarının yürürken hep kaç santim açı ile şekillenmesi gerektiğini belirliyor.
O yüzden onlar da varlıkların kadar çok değerli şu hayatta.
Kabul olmamış bir dua, seni ellerini daha hissederek semaya kaldırman konusunda uyarıyor. Islanmamış bir saç teli, bir kepek birikintisi kirlendiğini ve bu vesile ile de hayata kendini dahil ettiğini anlatıyor. İçinden ezgisi geçen ama bir türlü hangi şarkı olduğunu bulamadığın bir his, seni belki bir hafta hayatın içinde bırakıyor. Düşünmeni sağladıkça, var olmanı da sağlıyor.
Sevdiğin bir çift dudaktan sana ithafen çıkmasını düşlediğin sözler, sende derisinden sıyrılmış bir koyun gibi eksiklik yaratsa da, ruhunun aslında bir deriden mütevellit olmadığın konusunda sana bilgi veriyor. Bu da senin gözlerinin aydınlıkta kalmasını ve içinde hep bir parıltının egemen olmasını sağlıyor.
Yok, yok “öyle bi anlattın ki tüm yokluklarımı varlıklarıma ikame edeceğim” diye düşünme. Varlığını bildiğin tüm sıcak duygular, tüm güzel gülüşler, tüm iyi niyetler, tüm saf duygular öyle gerekli ki. Senin adının “insan” başlığında sırlanabilmesi için öyle önemli ki…
Şimdi bu notları aldı isen;
Al eline kalemi, aşağıdaki cümleyi de tekrar edip, bi yerlere yazalım.
“İlla ki büyük bir şey olacakta insan yaşadığını anlayacak!…”
Hayır!
Bu cümleyi ben dedim diye yazdı isen hemen siliyorsun, beyninden, kalbinden, gözlerinden mütemadiyen uzakta tutuyorsun. Yaşadığını anlamak için büyük mucizelere, kocaman kazalara, devasa belalara gerek yok!
Şimdi burda, bunları okuyor olman, kelimeleri bir bir içerinde depolaman, yokluklarının da sana varlık kattığını bilmen bile hayatta olduğuna inanmana öyle yeterli ki…
GÖKSEL AKSAN
Çok doğru, yaşadığını anlamak için, onu anlamlandırmak için acıya, yokluğa, ayrılığa gerek yok. Onlar zaten hep vardır. YARIN DOĞUM GÜNÜM, NASIL GELMİŞİM BU YAŞA? Satırlar sığmaz, çok anlamlı, her zamanki gibi Duygucan’ım
Duygu Can
Göksel Abla,
Sen bu yaşa gelmemiş olmasaydın da, belki benim yaşlarımdan evvel de hayatını anlamlandırabilmiştin. BUna eminim! Yarın senin için harika başlangıçlar olsun, mutluluk konusunda doyumsuz ol! 🙂 Sevgi ile teşekkür ederim.