Bir yabancı ve hafif arabesk film izledim, üstüne basılan bir cümleyi aklımdaki gramafona taktım. Çiziyor sözcüklerin üzerini, bana sunmak için çıkarmak istediği sesi!…
“Acı, hissedilmeyi talep eder!…”
Öyle ya, acı sana kendini veriyorsa, onun varlığını hissetmeni de bekliyor. Hatta hissetmediğinde acayip şaşırıyor, bir çimdik daha atıyor etinin en tatlı hizalarına!… Acı, hissedilmeyi talep ederken, açık yaralar da hızla kapanmayı arz ediyor.
Sıradan ‘hayat’ sendromu işte, kimse beklediğini bulamıyor! Mutlu olmanın, kendini yaşadıklarına karşı güçlü bulmanın, tanıdığın pek çok insanın değişmediğini gördüğün halde daha iyi olabileceğine hala inanabiliyor olmanın felan sihirli bir kelimesi var. ‘Uyum’…
Görüntüsünü izlediğimizde hep şaşırdığımız bukalemunlar aslında nasıl da bizi yansıtıyor! Onlardan ne biraz az, ne de biraz fazlayız! Başımıza gelen, maruz kaldığımız her duruma anında rengimizi ve şeklimizi değiştirerek uyum sağlıyoruz. Bilerek değil, doğamız gereği içinde bulunduğumuz tabloya uyup, o tablonun renklerinden birine dokunuyoruz. Biz, uyum sağlayarak hayatta kalma fikrimizi stabil bırakıyoruz!…
Bu, bizim için olası bir tablo iken, insan kendini öyle durumların içinde buluyor ki, üzerinde bulunduğu toprağı eşeleyip, kendini içine doğru ışınlamak istiyor. Maruz kalınan ve insana sevimsiz aidiyetlerin içinde olduğunu hissettiren kişi/durum/olay/aşk/mevsim/süreç/sınav/mekan her ne ise terk etmek ve şiddetle uyum sağlamayı reddetmek ihtiyacı duyuyorsun. İçinden öyle güçlü bir haykırış duyuluyor ki; “Bu içinde bulunduğum durum böyle ise ben de böyleyim ve bu tablonun içinde aykırı rengimle kabul gördüğüm müddetçe dururum. Kabul görmüyorsam da kimse fırçasına sürmesin benim rengimi!…”
İşte bu ana ulaşacak kadar tahammül sınırların zorlanmış ise, küfür müfür hak getire!… Özel zamanlarım olduğunu tahmin ettiğim ‘şu ara’lar uyum sağlayarak hayatta kalma gerçeğinden kökten ayrılıyorum. Bir big-bang yaşayıp kendi Dünya’mı kurmak istiyorum. Dilediğim yönde adımlarımı atıp, şu fotoğraftaki ağacın toprağa uzanmış dallarından biri isem de, onu söküp, istediğim bir ağacın yakınında filizlenmek istiyorum. Bu ayrılma/bıkma/soğuma/değiştirme ve yeniden kurma fikirlerimden de güç alıp, Dünya’ya uyumsuz kimselerin acı çekerek ama daha büyük güç ile ayakta kalabileceğine inanmak istiyorum.
Acı ise bir vesile ile hep kazanıyor sanıyorum. Kendi direncin sayesinde kısacık bir müddetle de olsa onu hissediyorsun. Ve hissetmelisin ki, bir sürü g.t kenesinden daha yukarıda sürebilsin hayat seyrin!…
Güz Özlemi
Boşuna Duygucan adını kullanmıyorsunuz, yazılarınıza duygular yansıyor çünkü. Bir erkek olarak bu denli yoğun duygusal yazılar yazmıyorum, bu da bizim doğamız. Belki biraz bu nedenle duygu yoğun yazılarınızı biraz seyrelttiğinizde hoşuma gidiyor. Bu yazıdan çok keyif aldım örneğin. Ve biliyor musunuz, ölçülü argo size çok yakışmış (keneler ve onları tanımlama biçiminiz gibi). Sevgiler.
Duygu Can
İçimde duygu dolu kelimeler olduğu gibi herkes gibi isyan, kızgınlık ve sitem kelimeleri de barındırıyorum. Tutamıyorum, bazen dökülüyor. Sizin de beğenmenize sevindim. Çok teşekkür ederim. 🙂
renovatio
Latincede renovatio diyorlar 😉
Duygu Can
🙂 Teşekkür ederim.