Gözlerimi “Küçüğüm” şarkısına kapadım bugün…
Kapalı gözümün önünden geçen denizler, sahiller, istridyeler, camlar, paslar, ölümler, geçişler, gidişler, yitişler, hıçkırıklar, sesler, sözler, hisler, yürekler… 37 yıldır kalbimin içinden geçenler, kenarından kıyısından yürüyenler, incitenler, sevip üzülmeyim diye sessizce dibinde dinlenenler, nice insan, nice kırık kalem, nice gece, nice soluk ve nice ağıt!…
“Ne kadar az yol almışım!” düşüncesi ne kadar yalanmış meğer. Geçici olmayan, dönüp baktığımda gördüğüm ana yollar, tali yollar, tıkalı yollar, çıkmaz yollar, kilitli kapılar, gireni olmayan sonuna kadar açılmış yollar… Elimde zafer de var yenilgi de, hırs da var, kavga da, sevgi de var, utanç da… Yaşadıklarım havadaki balonlar gibi gözümü her göğe kaldırışımda bana bakıyorlar. Öyle asılı geziyorlar etrafta. Geçmişim bir şarkı, bir ses, bir koku, bir his ile hemen harekete geçiyor. Tepemde toplanıveriyorlar hepsi. Ağladıklarım, ağlattıklarım, korktuklarım, kaçtıklarım, sevdiklerim, sevmediklerim, belleğimdeki iyi kötü her şey bir ıslıkla geliyor ayağıma. Bulundukları odanın kapısında hepsinin kulakları, naif bir sesim yetiyor önüme düşmeleri için. Bir şeyleri bir kutuya sıkı sıkı kapatıp zihinden atabileceğinizi hele ki kalpten sökeceğinizi felan düşünüyorsunuz yanılıyorsunuz. Gördüğün bir ışık, duyduğun bir ses, kokladığın bir çiçeğe bakar yeniden karşınızda dikilmeleri… O yüzden hiçbir şey, hiç kimse unutulmuyor aslında. Bir fotoğraf karesinin içinde gizleniyorlar yaşam boyu… İşte şu an hiç de bir şey yokken, çağırmadığım halde yanımdalar benimkiler. Eşimin gülümsemesi, bahçede yellenen mangalın dumanı, eski balkonumuzun demirleri, balkondan içeri taşan hanımellerinin kokusu, yan komşunun boğazındaki sabah temizliği, diğerinin köpeği Efe, önümüzden bisikletle geçen miniklerin sevinci, akşama misafirim olacak izi çoktan silinmiş eski arkadaşlar, kızımın bebeklik yürüteci, salonda kendi yaptırdığımız tv ünitesi, duvara montelediğimiz rafların üzerinde mutlu kalan fotoğraflarımız, düğünümüzden bir gün sonraki balayı bavulu, buzdolabında bir yeni rakı, büyükçe bir salça kutusu, bitmeyen makarna çeşitleri, ankastre mikrodalgada unuttuğum iki günlük kekim, mutfağın penceresine yanaşan o her şeyi bilen tatlı kedi, onun için aldığımız sosisler ve benim bir tabakta kediye sosisleri verişin, o sırada karşı evimizdeki o tatlı teyze, sokakta evinde onlarca kedi besleyen o ay yüzlü, kilerde bir gazete kuponu ile aldığım BMX bisikletim, onun yanındaki küçüklükten kapısı açılamayan alaturka tuvaletim, eski ayakkabılar ve kapının dışında üzerine ismimizi yapıştırdığımız o tatlı posta kutusu….
Daha da neler neler, nasıl da savunmasızca şimdi bendeler… Zaten de hiç gitmemişler… Gitmesinler, bitmesinler, gözlerimizin kapalısında, kalbimizin de ininde kalsınlar sıcacık. Açtım gözlerimi andayım şimdi. Saat biraz ileri yürümüş, gündem aynı. Güneş bi arkada bir önde bulutlarla yarışmakta, Ekim yaşanıyor Dünya’da. Sonbahar işte tadı gibi hüzün…
Ekim 2019
Duygu Can
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.