Gezinirken sokaklarda burnuna taze gübre kokuları geliyor, üzerine ekilen ne varsa sere serpe büyüteceğini bildiğin için sana hoş gelen bu kokunun muhteviyatı sadece bir dışkı işte… Dallarda ise mor leylaklar yaymış kendilerini, güneşe el açar gibi tüm güzelliklerini sergilemekteler. Onların bu bahar halleri, kokuları ve güzellikleri ile sanki Tanrı’nın insanlarına sunduğu bir antidepresanlar… Dolaptaki pasiflora şişesine bir gülücük atıp çöpe yollamak ister gibi kalbimin durağan fikri!…
Ya o pazarlardan fışkıran çilek kokuları, yeni çıkan bir meyvenin sende bıraktığı büyük telaş, heyecanla fiyatına bakma halleri, bir metre çiçekli kumaş alsam da kendime bir etek mi diksem diye düşünmeler, tezgahta çalışanların ellerinde ne kadar çok karartı varsa, o kadar ürün satmışlar diye sevinmen, o minik renkli tokalar arasından uzun dakikalar sonra seçim yapabilmen, karpuzun kesilerek ve tadına bakılarak alınışına seyirci olman, keleklerin ne kadar da erken çıktığı hakkında kafa yorman, paşabahçeden o kadar para verip aldığın bardağın aynısını yarı fiyatına bulman, bulgura, mercimeğe dokuna dokuna torbaya koyup tarttırman, bisküvilerin paketlenmemiş ve leğende sergilenen güzelliklerinde huzur bulman!…
Kendini akışa bırakıp da iyileşmeyen bir şey yok. Kafanın içi ne kadar dolu olursa olsun bir çocuğun elinde ipi bulunan uçurmanın semada havalanışı seni iyi eder. Renkli bir bisiklet tekerinin dönüşü, elleri kırışmış bir yaşlı kadının bir parça güneşi görüp balkonda dinlenmesi, arıların topladığı tozların burnunda bitip, burnunun kaşınmasına sebep olması ile varlığının somut farkındalığı, düşününce hepsi seni iyi eder.
Peki takılı kaldığımız olaylar, kişiler, durumlar, sözcükler, ithamlar, bizden beklenenler, sadece gerektiği için yaptıklarımız, sadece hoşgörülsün diye verdiğimiz tavizler, klişelerimiz, strandartlarımıza bağlılıklarımız ve bunların hepsi yolunda gidince adına ‘düzen’ dememiz!… Adı sadece ‘zorunluluk’ olan ve anlamını ‘düzen’e kaydırdığımız bu durumların bizi sürüklediği mutsuzluklarımız… Kendimizi sürekli düzenin çerçevesine uygun yaşamaya zorladığımızda yaptığımız düşünce hatalarının hayatımızı nasıl ele geçirdiği, bizi ne derece mutsuz ettiği gerçeği de artık dokunabileceğimiz kadar somut değil mi?
O halde kendimizi terapi yöntemlerininin içinde sürüklememizin bir alternatifi de kendimizi teslim etmemiz ve içimizdeki yönelimlere cevap vermemiz değil mi? Sadece bir saat bu bahsettiğim güzellikleri yaşamanın pek çok umutsuz zamanına şifa olacağı bir hakikat değil mi? Ve şimdi bunları okuduktan sonra kalbinde oluşan rahatlama da aslında bir yazının da senin terapini sağlayacağının ispatı değil mi?
Okuyucuya not: Ruh hastalıklarınının irisinde ufağında meydana gelen artış ve ihtiyaç duyulan çeşitli ‘terapi’ yöntemleri, bizlere yan etkisiz bir tedavi imkanı sunuyor. Bu terapiyi kendini en çok hasta hissettiğin an olan bir doktorun karşısında olarak değil de; okuyarak, hissederek, anın içinde eriyerek yaşamak, o anki hastalığı durdurduğu gibi, gelecekte yaşayacağımız olayları değerlendirirken de bizim yararımıza sonuçlar doğurabilecektir. Dilerim Duygu’sal Terapiler ilerleyen zamanlarda da bir çanta kitabı olur ve hepimizin hayatına dokunabilir.
Gülfidan GÖBEKÇİ
Emeğiniz için teşekürler…Hayatına bir gerçeğine sade ve içten bir dokunuş olmuş yazınız.
Duygu Can
Çok teşekkür ederim. 🙂 Beğenmenize çok sevindim.
fevzi
Duygu hanım, denemeleriniz çok güzel. Kutlarım
Fevzi Bakır
Anaokulundan
Duygu Can
Çok teşekkür ederim Fevzi Bey. 🙂
murat
Duygu yine cok güzel yazmıssın.İnanki hayattan bu kadar uzakta olupta yazdıklarını okuyarak tekrar hayatın içine bu denli girebilmek çok güzel oluyor.Bunu yaşattığın için tesekkürler.
Duygu Can
Murat çok teşekkür ederim, ne kadar güzel sözcükler. 🙂
murat öğe
senin cümlelerin yanında benimkisi hiç bile değil duygu,belki dünyayı görüyorum ama insanın hayatına en hassas noktasından dokunacak cümleleri bulabilmeyi senin kadar başarmış değilim,devam et lütfen.hindistandan sevgilerle.