“Bir gün giden trenlere bineceğiz…” Blondin
tekrar
“Bir gün giden trenlere bineceğiz…” Blondin
Ne ki bu laf? Ne ki ben ikinci kez yazdım? Ne ki üzerine koca bir yazı yazmaya karar verdim? Bilmiyorum.! Bana geldiği kadar size de büyülü geliyor mu? Bilmiyorum. Kafanızın içinde yankılanıyor mu? Bilmiyorum. Ben Sokrates’i çağırmak istiyorum şimdi yanıma. Ruh çağırmakta bir sıkıntım yok. Ben çağırdım mı gelmeyecek bir ruh tanımam. Üstelik bu ruh Sokrat bile olsa!!!
Bir gün diye başlıyoruz bu lafa. Yani her hangi bir gün işaret etmiyoruz. Cuma mübarek aslında onun adını kullanabilirdik ama kullanmıyoruz. Her hangi bir gün diyoruz. O gün belki Pazartesi belki Salı belki Cuma olabilir, adını koymamızın bizim için hiçbir önemi yok.
Trene bineceğiz diyor. Başka bir vasıta değil. Oysa uçak çok güncel ve meşhur şu sıralarda. Bu lafın edildiği tarihe bakılırsa başka bir vasıtanın yazılamamış olmasını haklı görebiliriz. Uçak deseydi acayip ileri görüşlü, ufku açık, ütopik bir laf elde etmiş olabilirdik. Ama Blondin denen adam demek ki ayakları gayet yere sağlam basan, güvenli, temkinli bir adam imiş. Tren, günüzümde halen en güvenilir vasıta değil mi? Evet öyle. Yani birileri “uçağı istesende düşüremezsin” dese de uçak korkusu içimizin en dibinde maalesef hep olacaktır. Bir kere ayaklar havada. Ve bu korkmamız için yeter sebep. Her ne ise.
Demek ki bir gün gelecek ve biz güvenli bir araç ile yolculuğa adım atacağız. Bu vasıta, yoluculuğu uzatacak olmalı, tıkır tıkır olmalı, insanın düşünmesi için fırsat yaratmalı.
Tamam, bir gün bir trene bindik diyelim. Tren gidecek mi? Trene hareket etmesini biz mi söyleyeceğiz? Trenin rotası belli mi? Tren bizim istediğimiz yöne mi gidecek? Tren express mi? Tren, hepimiz için mi? Trenin gittiği yerde aradığımız şey var mı? Ve biz gittik mi arkada kalacak olan şeyler, bizim vedamızı acı ile karşılayacak mı? Yoksa gitmemiz ile sıfırın etkisizliği arasında bir paralellik mi olacak?
Bakınız bir laf bizi nereye götürdü? Demek ki hayatın sırrı 5 kelime ile bile çözülebilir, ömrünün film şeridi 5 kare ile yeterli olabilir. Çok şey beklemek, çok şey ummak insanı çoğu zaman hiçbirşeye götürebilir.
Ben anladım ki, insan, sıdkının sıyrıldığı her şeyden, her insandan, her kötü laftan, her ciğersizden, her başarısızlıktan, giden bir terene binerek kurtulabilir. Senin içinde duran “çare” aslında sen onu istediğin an, senin olmaya hazır. Seni her ne pahasına olursa olsun giden bir trene bindirmek gücü, yüreğinde saklı ama gizli değil. Sen istersen, duran bir trene binebilirsin ya da treni harekete geçirebilirsin, istediğin yöne gidebilirsin, istediğin kişi ile yolda yakın olabilirsin. Ve içinde her zaman bunu yapabileceğine dair bir umuda sahipsin. Yine bize maval okuma diyecek olanları duysam da onları bile gaza getirmek istiyorum. Çaresiz bir hastalığa sahip olan Dilek, herkesin aklında kalacak, etkisi uzun zaman sürecek bir cesaret örneği sergileyip giden bir trene binmiştir. Üstelik kendi binmekle kalmayıp, kendisi gibi olan çoğu kişinin bulamadığı ilaca erişimini sağlamıştır. Çünkü onun sayesinde o ilacın, eczanelerde bulunabilir olmasına karar verilmiştir.
Bir eylem sergilenmiştir, tren istenilen yere sürülmüştür ve buna kimse engel olamamıştır. Bu bir olay, genellenip pek çok kişinin mutlu olacağı tablo haline dönüştürülebilir. Mucize, senin ilahi sandığın bir şey olsa da aslında bir anda , senin sayende her şeyden daha çok gerçek olabilir.
Haydi şimdi giden trenler kalkmak üzere!…
Ne düşünüyorsun?
Düşünceni duymak güzel olurdu. Yorum bırak.