Yapamadıklarım peşimi bıraksa da şu yapabildiklerime odaklansam diye hayıflanıyorum ama “yapamadıklarım da çok güzeldi yaa” diye içimden geçirip duruyorum.
Kararsızlığımsa konu dimdik duruyor işte bir şey de hayatımda. Karasız olmak, her defasında kalkış için tam hızı alamamak ve başa dönüp yeniden hızlanmak! Bunları yaparken de neyi deneyim ediyorum bilmiyorum, yani biliyorum da karar veremiyorum. Neyse, şu korkularımı bir bir çiziyorum ya üzerimden o da yeter. Ruhani liderler, enerji ustaları, süslü ve damperli psikologlar, bir saatine 3 günlük tatil yapabileceğin vizite ücretine sahip psikiyatristler ile değil bizzat kendi tez ve antitezlerimle üstesinden gelmenin bereketini yaşıyor şu an ömrüm. Yüzümdeki gizli gülücük kendi başarılarım için. Öyle bildiğiniz başarılar değil, yolu bitirmenin mutluluğu değil, yolda karşılaştığım taşların, yaban otlarının, böceklerin, karanlıkların aşılmasının tadı. İşinde gücünde, arkanda bıraktığını düşündüğün insan varlığının başarısı değil! Hayatta kalacak olan bronz madalyalarla işim yok! O madalyaları gözle görünür yerlere takmanın da lüzumu yok! Biriken şey verdiğin sevgi, hissettirdiğin huzur ve iyi niyet! Kelebeğin etkisi sadece! Bu da herkesin bulabileceği bir his değil!
Ne diyordum? Kopuk kopuk konulardan geçiyorum ve okuduğun şeyin sonunda “bu neydi?” hissi yaşatıyorsam bunu ben bile yaşıyorum, bilmeni isterim. Kopa kopa yürümek, süre süre duvağını yerlere, toplaya toplaya belki de dökülenleri. Özellikle yapmıyorum, kafamızın içindeki sorunlar bir sürü çekilmeyi bekleyen tombala gibi! Hangisine ikramiye etsin ki şu ellerim? Hepsinden teker teker çekiyor yürüyorum. Yürürken ardıma salladığım sorunlardan birisin belki! Çoğu zaman böyle olmalı zaten! Kendimdeki hızlı adaptasyona şaşkınım bu nedenle, doğada bu kadar net ve hızlı uyum sağlayan neler vardı diye düşünüyorum bazen. Onlardan biri mi ki ruh eşim? Neden olmasın? Aynı cins ruh, aynı tür yaratık içine döşenecek diye bir kural mı var? Bilemeyiz Tanrı’nın oyununu!…
Limitsiz bir hız ile gidiyorum yine. Ne yapmalıydım, aldığım notlar nerde, günlüklerim, ihtiyaç listem, en son okuduğum kitap neydi, ıssız ada eşyalarım gibi eski önem verdiklerimi koyduğum rafı bulamıyorum. Hafızam yerinde ama istediklerim yerle bir! Bavulu bir doldur bir boşalt yürüyorum. Bir yandan mevsimin gereği hüzün çalınıyor kulağıma, bir yandan yapmak istediklerime başlamak hevesi. Başka bir yan da yok zaten. Sonu yine kararsızlık ya da daha o aşamaya gelemeden vazgeçmeler…
Kararsızlık ve yengecin bacaklarının tadı!… Öyle de bi alakasızım yani!
Yapamadıklarıma olan mahçupluğum, utancım sürerken; kararsızlığıma sitemimle dönüyorum dünyada. Hepimizde var işte çoğu zaman, linkdeln’e laf atacaktım bi de çocuk çizgi filmlerine, kolejlere, sisteme, darwin’e, aşık olup erken ölen nietzsche’ye… Hiç birine kızamadım, kararsız kaldım gittim geldim işte yazının sonuna. Düğün kokan kadın mutluluğu dilerim herkese! 🙂
Neden mi? Adı gibi kalsın o zaman, öyle işte!…
renovatio
Hımm…
“pleasantville” izledim güzeldi.
bu da bu filmi izledikten sonra hoşuma giden müziği. Klibi önce izlemek daha iyi, filmi izlediğinde tebessüm oluşacaktır malum sahnede 🙂
böyle müzikler baş ağrıtmıyor ve git gide daha çok sevmeye başlıyorum. Gözünü kapatınca insan, bir anda sessiz bir kıyıda buluyor kendini. Bir keresinde bir arkadaşım farkında olmadan yediği şeye bayılmış, yengeç bacağı olduğunu öğrendiğinde ise şaşırmıştı. İlk başta deseydik yiyemeyecekti. İnsanlar ne tuhaf dedi Küçük Prens! Gerçekten tuhaflar. Ön yargıları bazen hepsinden önde geliyor.
https://www.youtube.com/watch?v=RhMEKiIb86I
Duygu Can
Ben de sayende öğrendim ve gerçekten şarkılarındaki huzur beni de çok etkiledi. İzleyeceğim ben de. Ben hiç yemedim yengeç ayağı, ama leziz yüz ifadesini olduğu yiyenlerden gördüm. Yerim belki seneye.:) Çook teşekkürler,