Bir sedir döşek, azıcık sert ve seni kendi üzerinde tutarken sana varlığını hissettirecek,
Şöyle az bir şeker ve üzerine dökülen sıcak bir çay, kaşığın her dönüşünde kulağını delen yırtık sesi…
Annenin mutfakta gördüğü işin şakırtısı ve bulaşık tabakların onun ellerinde hunharca çitilenişi,
Belki bir kış mevsimidir ve soba sana sıcak sıcak bağırıyordur.
Bilmem kaç kuşak öteden bir büyüğün gelecek diye eve pazardan torbalarla dönmüştür biri, ekşi bir yorgunluk kokusu hakimiyetindedir bedeni…
İzlenecek bir kaset vardır belki masanın üzerinde, küçük kasette Emrah’ın yeni bir filmi, kendisini izlemen için göz kırpıştır bile çoktan. Heyecanla takarsın videokaset gözüne. Aletin kaseti içine sevgiyle alışını da izleyip, heyecanını büyütürsün…
O eski reklamsız, fragmansız film yansıyıverir ekrana, seni bekletmez, oyunculardan ana karakterinin kaşı, gözü pat diye serilir ortaya, böyle bi acemi, bi salaş, bi beklenmedik başlar film keyfin…
Televizyona yakın oturmalısın çünkü seçemezsin uzaktan olayları, 38 ekrandan azıcık daha büyüğüdür kimbilir, ekranının boyutu. Filmin yarısında arabesk gözyaşlarını silmeye tenezzül bile etmeden akıtırsın ortayere. Arabesk hayatlar ve her hayatın içindeki kötü yollar… Kötü yola düşmeler, düşmeler, düşmeler…
En büyük mesele bu! Kötü yola düştüyse biri, ağlarsın üzüntüden. En büyük üzüntün bu! …
Arsızlığın içkiyle, sözgüyle tanımlandığı, şimdiye göre çoook masum ve temiz zamanların seni nasıl büyüttüğünü ve iyi ki o zamanda büyüdüğünü kendine söyleyip durursun…
Ve şimdi büyüyen çocukların, büyümeye çalışırken yarıştırılan çocukların, gözlerindeki korku düşeceğinden değil, hayata düştüğündendir… Gelecek kaygısı değil çünkü kaygı bile duyulmaya gerek kalmayacak kadar barizce kötü gelecek! Kaygı kaynağın, neden dünyaya geldiğin meselesine doğru gerilemiştir!…
Neyse, düşünmeye gerek yok, etamin bir kumaşa dokuyorum ben bunları, her çarpı işaretimde öldürüyorum tek tek karartıları… Ben bir ters bir düz örüyorum dünyanın sorunlarını, uazadıkça uzuyor, atkımın geri kalanı!…
Neyse, düşünmeye gerek yok, kıyıya vuran deniz yıldızlarını kurtarmaya çalışırken şairin hası, kıyıya vuran bebekleri öldürüyor günümüz vahşi insanı!…
Neyse, düşünmeye gerek yok şizofreni sarmışsa ezeli-ebedi hayatı, giderek kötüleşecek insanlığın belalı batakları!…
Tanrı’nın varsa bunda bir hesabı, bir gezegene doldurmalı seçtiği ‘insan’ları!…
renovatio
manidar…
https://www.youtube.com/watch?v=YIsh_PuHHog&feature=share
Duygu Can
Ne güzel…